Medine’de İslam Devletinin Kuruluşu
Medine’de İslam Devleti’nin kuruluşu, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in liderliğinde İslam toplumunun ilk siyasi yapısının inşa edilmesidir. Bu adım, İslam’ın sosyal, dini ve siyasi bir düzen haline gelmesinin temelini atmıştır.
Medine’de İslam Devletinin Kuruluşu: Bir Uyanışın Başlangıcı
Tarihin derinliklerine her yolculuk edişimde, gönlümde bir kıvılcım yanar. O kıvılcım, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öncülüğünde Medine'de kurulan ilk İslam devletini düşündüğümde bir ateşe dönüşür. Çünkü burada sadece bir devlet kurulmamıştır; burada ahlakın, adaletin, merhametin ve tevhit inancının bayrağı dalgalanmaya başlamıştır. Medine'de atılan adımlar, yalnızca bir şehirde yeni bir düzen kurmakla kalmamış, bütün insanlığa örnek olacak bir sistemin temelini oluşturmuştur.
Bu yazımda, o kutlu süreci; Peygamberimiz’in (s.a.v.) önderliğinde nasıl şekillendiğini, hangi ilkeler üzerine inşa edildiğini ve hangi dersleri bugüne taşıdığını sizlerle paylaşmak istiyorum. Gelin hep birlikte, Medine’deki İslam devletinin kuruluşuna yakından bakalım.
Hicret: Yeni Bir Başlangıcın Müjdecisi
Her şey, Mekke’de artan zulüm ve baskının ardından gelen hicret ile başladı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Mekke’de on üç yıl boyunca İslam’ı tebliğ etmiş, ancak müşriklerin baskıları Müslümanların can ve mallarını tehdit eder hale gelmişti. Artık yeni bir yurt, yeni bir başlangıç gerekiyordu.
Allah’ın emriyle Medine’ye hicret kararı alındığında, bu sadece fiziki bir göç değildi. Bu, inanç uğruna yapılan bir fedakârlık, yeni bir toplum inşa etmek için atılan kutlu bir adımdı. Ben de o günlerde Medine'ye yürüyen ayakların izini takip ettiğimde, her adımın bir cesaret, bir sadakat ve bir teslimiyet olduğunu hissederim.
Medine’ye Varış ve Toplumsal Birliktelik
Medine’ye varıldığında, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ilk icraatı, toplumun birliğini ve düzenini sağlamak oldu. Çünkü bu yeni topluluk sadece Mekke’den gelen muhacirlerden değil, Medineli Ensar’dan ve şehirde yaşayan Yahudi kabilelerinden oluşuyordu. Yani çeşitlilik vardı. Ve bu çeşitlilik içinde huzurlu bir düzen kurmak, her liderin harcı değildi. Fakat Allah Resulü (s.a.v.), eşsiz liderliğiyle bunu başardı.
Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik bağı kurulması, beni her düşündüğümde derinden etkileyen bir olaydır. Ensar, evlerini, mallarını ve gönüllerini kardeşleriyle paylaştı. Muhacirler ise tüm kayıplarına rağmen umutla sarıldılar bu yeni hayata. Bu kardeşlik, kelimenin tam anlamıyla yürekten bir dayanışmaydı.
Medine Sözleşmesi: Barışın ve Adaletin Anayasası
Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’ye vardığında, farklı etnik ve dini toplulukların birlikte yaşadığı bir şehirle karşı karşıyaydı. Bu toplulukları bir arada tutmak ve düzen sağlamak adına hazırladığı Medine Sözleşmesi, insanlık tarihinde ilk yazılı toplum sözleşmelerinden biri olmuştur.
Bu sözleşme, Müslümanlar, Yahudiler ve diğer kabileler arasında bir barış antlaşması gibiydi. Herkesin inancına saygı duyulacak, herkes kendi kabilesinin içinde serbest olacak ama ortak tehditlere karşı birlikte hareket edilecekti. Hakkaniyet ve hukuk, her birey için eşit olarak tanınacaktı.
Bugün modern anayasalara baktığımda, bu sözleşmedeki ilkelerin hâlâ ne kadar çağdaş ve öncü olduğunu fark ediyorum. Hz. Muhammed (s.a.v.) öyle bir devlet kurmuştu ki; temeli adalet, direkleri ise rahmet ve hikmetti.
Mescid-i Nebevî: Hem Mabet Hem Merkez
İslam devletinin Medine’deki kuruluş sürecinde en dikkat çeken yapılardan biri de kuşkusuz Mescid-i Nebevî’dir. Bu mescit, yalnızca namaz kılınan bir yer değil; aynı zamanda eğitim verilen, istişare yapılan, kararlar alınan ve toplumun kalbinin attığı bir merkezdi.
Ben ne zaman Mescid-i Nebevî’yi hayalimde canlandırsam, oradaki samimiyeti, saflığı ve bilgelik dolu meclisleri hissederim. Orada fakirle zengin eşitti, köleyle efendi yan yana dururdu. Sözün en doğrusuna değil, en haklı olana değer verilirdi. İşte böyle bir merkezde büyüyen İslam toplumu, zamanla dünyaya adaletin ve erdemin ne demek olduğunu gösterecekti.
İlk Uygulamalar: Hukuk, Ekonomi ve Sosyal Adalet
Devletin kurulmasıyla birlikte, artık birtakım uygulamaların da hayata geçirilmesi gerekiyordu. Peygamberimiz (s.a.v.), Medine’de adım adım bir hukuk sistemi oluşturdu. Hırsızlık, zina, iftira gibi suçlara karşı cezalar belirlendi. Ancak bu cezaların uygulanmasında en önemli ölçü, adalet ve merhametti.
Ekonomik anlamda ise zekât ve infak gibi kavramlarla toplumsal adalet sağlanmaya başlandı. Peygamberimiz (s.a.v.), hiçbir bireyin aç ve açıkta kalmaması gerektiğini savunurdu. Bugün modern devletlerin sosyal yardım politikalarına baktığımda, onun bu uygulamalarını örnek aldıklarını görmek beni hem gururlandırır hem düşündürür.
Dış Tehditlere Karşı Savunma: Bedir ve Sonrası
Devletin temelleri atılır atılmaz, dış tehditler de gecikmedi. Mekke müşrikleri, Medine’de kurulan bu yeni yapıyı hazmedememişti. Bu da bizi Bedir, Uhud ve Hendek Savaşlarına götürdü. Ancak her savaşta, Peygamberimiz (s.a.v.)’in gösterdiği dirayet, sabır ve strateji, devletin daha da güçlenmesini sağladı.
Bu savaşlar sadece birer askeri mücadele değildi. Aynı zamanda İslam toplumunun birlik ruhunu, fedakârlığını ve kararlılığını ortaya koyuyordu. Her zafer, sadece kılıçla değil; imanla, adaletle ve sabırla kazanılmıştı.
Kurulan Sadece Bir Devlet Değildi
Medine’de kurulan İslam devleti, yalnızca bir yönetim sistemi değildi. O, insanlığın yeniden dirilişini başlatan bir ahlak devrimiydi. Orada yalanın yerini doğruluk, zulmün yerini adalet, nefretin yerini merhamet aldı. Orada toplumsal hiyerarşi değil, takva ölçü oldu. Bu devlet, dünyanın dört bir yanına İslam’ın evrensel mesajını taşıyan bir merkez haline geldi.
Bugün ben de kendi hayatımda bu ilkeleri örnek almaya çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki, Medine’de atılan o ilk adımlar hâlâ yankı buluyorsa, bu, İslam’ın ruhunun zamanları ve coğrafyaları aşan bir güçte olduğunu gösterir.
Ve ben, bu kutlu mirası anlamakla kalmayıp yaşatmanın da sorumluluğunu taşıyorum.