Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Doğumu ve Çocukluk Dönemi
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumu ve çocukluk dönemi, onun ileride üstleneceği peygamberlik görevine hazırlık niteliğinde olup, dürüstlük ve güvenilirlik gibi erdemlerle şekillenmiştir.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Doğumu ve Çocukluk Dönemi
Tarihin en şanlı sayfalarını karıştırırken, kalbimin en derin köşesinde bir heyecan beliriyor: O, insanlık tarihinin en büyük rehberi… O, âlemlere rahmet olarak gönderilen, karanlık çağlara nur olan, Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)… Onun hayatını okumak, öğrenmek ve anlamak sadece bir tarih bilgisi değil; aynı zamanda bir gönül terbiyesi, bir iman yolculuğu benim için.
Bu yazıda, sevgili Peygamberimizin doğumu ve çocukluk yıllarına dair öğrendiğim, hissettiğim ne varsa seninle paylaşmak istiyorum. Çünkü O'nu tanımak, O’nu sevmekle başlar.
Fetret Devrinin Ortasında Bir Işık: Doğumu
O'nun gelişi, sıradan bir doğum değildi. Çünkü içinde bulunduğu zaman, karanlıklarla kuşatılmış bir çağı temsil ediyordu. İnsanlık, adaleti unutmuş, merhameti kaybetmiş, putlara secde eden, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir hale gelmişti. İşte böyle bir dönemde, 571 yılı Nisan ayının (bazı rivayetlere göre 20 Nisan, bazılarına göre 12 Rebiülevvel) sabahında, Mekke'de, Haşimoğulları kabilesinden bir bebek dünyaya geldi.
Ben bu anı düşündükçe, içimde hep bir titreme olur. Çünkü bu sadece bir bebek doğumu değil; aynı zamanda karanlığa doğan bir nurdu. O'nun ismi “Muhammed” konuldu; övülmüş, çokça methedilmiş demekti. Ve gerçekten de daha bebekliğinden itibaren her hâli övgüye layıktı.
Yetim Doğan Bir Rehber
Hz. Muhammed (s.a.v.), dünyaya geldiğinde babası Abdullah hayatta değildi. Henüz annesi Âmine hamileyken, Abdullah ticaret için gittiği Şam yolculuğundan dönmeden Medine’de vefat etmişti. Ben, bir çocuk olarak babasız doğmanın ne denli ağır bir kader olduğunu düşünürken, onun daha ilk nefeste böyle bir imtihanla karşılaşmış olmasına hayran kalıyorum.
Bir yandan da Allah’ın, onu dünyaya baştan sabırla terbiye ettiğini fark ediyorum. Çünkü o, doğmadan yetim; altı yaşında öksüz kaldı ama hiçbir zaman sahipsiz değildi. Rabbimiz onu bizzat kendi terbiyesiyle büyüttü.
Sütanne Dönemi ve Çölde Geçen İlk Yıllar
O dönemde, Mekke’nin havası çocuklar için çok sağlıklı bulunmadığı için, yeni doğanlar genellikle kırsalda yaşayan sütannelere verilirdi. Hz. Muhammed de bu geleneğe uygun olarak, Beni Sa’d kabilesinden Halime binti Ebî Züeyb’in yanına verildi.
Halime’nin hayatına O’nun gelişiyle birlikte bir bereket yağmuru başladı. Kıtlık çeken aile, O’nun gelişiyle bolluğa kavuştu. Çölde geçen o ilk birkaç yıl, O’nun sade ve sağlam karakterinin oluşmasında çok önemli bir rol oynadı. Doğayla iç içe büyüdü, yalana, israfa, gösterişe bulaşmadan temiz bir çevrede yetişti.
Halime’nin diliyle anlatılan o güzel hatıralar, içimi hep ısıtır. Küçük Muhammed’in tebessümü, duruluğu, sessizce etrafı dinleyişi… Hepsi, gelecekteki büyük görevin habercisiydi.
Annesiyle Medine Ziyareti ve Ayrılığın Acısı
Hz. Muhammed (s.a.v.) dört yaşına geldiğinde tekrar annesi Âmine’ye teslim edildi. O sırada annesi, oğlunu alıp Medine’ye, eşinin mezarını ziyaret etmeye götürdü. Medine yolculuğu hem hüzünlü hem de anlamlıydı. Babasını hiç görememişti, şimdi mezarını ziyaret ediyordu.
Dönüş yolunda, bu küçük çocuğun bir imtihanı daha oldu: Annesi Ebvâ denilen yerde hastalanıp vefat etti. Yanlarında sadece hizmetçileri Ümmü Eymen vardı. Küçücük bir çocuk, annesinin vefatını yaşadı. Bu sahneyi hayal ettiğimde, yüreğim burkulur. Ama ben biliyorum ki, bu acılar onu yıldırmadı, bilakis daha güçlü ve merhametli bir yürekle büyümesini sağladı.
Dedesi Abdulmuttalib ve Amcası Ebu Talib’in Himayesi
Annesinin vefatından sonra dedesi Abdulmuttalib, ona kol kanat gerdi. Çok sevdiği torununu yanında taşır, onu Mekke’nin ileri gelenleriyle birlikte oturttuğu meclislere alırdı. Fakat bu güzel ilgi de uzun sürmedi. O, sekiz yaşındayken dedesi de vefat etti.
Ben hep şunu düşünürüm: Allah, O’nu tek bir insana bağımlı kılmadı. Her dönemde farklı karakterlerden aldığı sevgiyi ve terbiyeyi içselleştirdi. Dededen sonra, bu defa amcası Ebu Talib devreye girdi. Hem bir baba şefkati gösterdi, hem de onu kendi çocukları gibi büyüttü.
Çobanlık ve Sükûnetle Geçen Gençlik Yılları
Gençliğinde Hz. Muhammed (s.a.v.), çobanlık yaptı. Bu detay beni çok etkiler. Çünkü çobanlık, sabır, gözlem, şefkat ve sorumluluk isteyen bir iştir. Belki de ileride insanları hidayete çağıracak bir peygamberin, önce koyunlara rehberlik etmesi gerekiyordu.
Kavminin içinde “el-Emin” olarak anılmaya başlamıştı. Çünkü dürüstlüğü, güvenilirliği dillere destandı. Henüz peygamberlik gelmemişti ama insanlara ahlakıyla, doğruluğuyla örnek oluyordu. Ben, günümüzde güvenin neredeyse kaybolduğu bir çağda bu ismi düşündüğümde, O’na ne kadar muhtacız diye iç geçiriyorum.
Peygamber Olmadan Evvel de Rehberdi
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumu ve çocukluk dönemi, bize şunu öğretiyor: Büyük insanlar birdenbire ortaya çıkmaz. Onlar, zorluklarla, sabırla, ahlaki terbiyeyle yoğrularak yetişirler. O, daha çocukken bile fark edilen bir yıldız gibiydi. Ne bir eğitim kurumu görmüştü, ne de bir öğretmen tarafından yetiştirilmişti. Ama Rabbim onu bizzat kendisi terbiye etti.
Ben, O’nun çocukluk yıllarını her okuduğumda, hem kendi hayatıma bakıyor hem de bir mümin olarak nasıl bir ahlak üzere olmam gerektiğini yeniden hatırlıyorum. O’nun sabrı, merhameti, tevazusu daha doğumundan itibaren belirgindi.
Rabbim, O’nun Ahlakıyla Ahlaklanmayı Nasip Etsin
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı, baştan sona bir ilham kaynağı. Ama bu hayatı sadece anlatmak değil, yaşamak da gerek. O’nun doğumundan itibaren yaşadığı zorluklar, taşıdığı ahlaki erdemler ve Allah’a olan bağlılığı, bizlere rehberlik etmeye devam ediyor.
Allah bizleri, O’nun sünnetine sarılan, O’nun sevgisini kalbinde taşıyan ve O’nun gibi yaşayan kullarından eylesin. Âmin.